"Biz Allah 'a layık olalım, Allah layığımızı verir."


Her şey aslına dönecektir. Aslı aslına nesli nesline HÛ

Şeyh Sadi Şirazi hazretleri bir eserinde şöyle anlatıyor:

Vaktiyle eski Sultanlardan biri, ''Mademki ben sultanım ve idarenin mesulüyüm, Hızır Aleyhisselam'ı görmem lazım gelir.'' diyerek vezirini çağırmış ve ona sormuş:
- Hızır Aleyhisselam diri midir, hayatta mıdır?
- Şeriat-ı İlah iyede verilen haberlere göre diridir ve hayattadır.
- Madem hayattadır. Hızır Aleyhisselam'ı davet et. Gelsin, beraberce görüşelim.
- Onun nerede olduğu bilinmez, sorulmakla tanınmaz.
- Binlerce evliya-ı izam bulup görüştüğüne göre bizimde bilip görüşmemiz lazım gelir. Sen benim vezirimsin ne icap ediyorsa yerine getir.

Vezir tamam vezir amma, öyle ha deyince de Hızır Aleyhisselam'ı bulmak her yiğidin harcı değil. Biraz da siyaseten demiş ki;
- Hızır Aleyhisselam hayattadır ama benimle görüşmesi mümkün olmaz. Çünkü benden çeşit çeşit zulüm meydana geliyor. Hızır Aleyhisselam kalbi cilalanan, nefsini terbiye eden Allah dostlarının yaranıdır. Ben devlet işleriyle sizin hükmünüzü yürütürken, ola ki benden tam adalet sudur etmesi mümkün değildir. Bundan dolayı Hızır Aleyhisselam'ı görmem pek münasip olmayabilir. Şeyhül İslam-ı çağıralım. Çünkü Şeyhül İslam Risaletin varisidir.

Vezir bu sözlerle sorumluluktan sıyrılmaya çalışır. Sultanın emri üzerine Şeyhül İslam çağırılır.
Sultan ondan Hızır Aleyhisselam bulup getirmesini ister. Şeyhül islam şöyle karşılık verir.
- Sultanım, Hızır Aleyhisselam'ı bulmak ilim değil kemalât işidir. Nice ilim sahipleri onu bulamamış ama nice kalbini tezkiye, nefsini tasfiye edenler Hızır Aleyhisselam ile görüşmüştür. Ben bu devlet işlerinde sizin hükmünüzü icra ederken hatalı fetvalar vermiş, günaha girmiş olabilirim. Bu durumda Hızır Aleyhisselam'ı bulmam ve çağırmam müşküldür. Müsaade edin, bir mühlet verin; Hızır Aleyhisselam'ı bilip bulacak birini bulayım.
- Tez vakitte gel.

Şeyhül islam, ülkenin dört bir tarafına tellallar çıkarır. Tellallar sorup soruştururlar, gördün mü diye, görmedim. Göreni de mi görmedin derler. Hani en azından göreni bulmaktır ümitleri. Hızır Aleyhisselam'ı bulabilecek olanların Allah rızası için saraya gelmelerini duyururlar.

Bir zat Şeyhül islamın huzuruna girerek Hızır Aleyhisselam'ı bulup getireceğini söyler. ''Beni sultanla buluşturun.'' der. Şeyhül islam sevinçle o zatı sultanın huzuruna çıkarır. O zat, kendisine kırk gün mühlet verilirse Hızır Aleyhisselam'ı bulacağını vaat etmesi üzerine kendisine kırk gün mühlet verilir. Ancak bir şartı vardır. ''Bu sarayda siz ne yiyor ve içiyorsanız bir mislini de bizim eve göndereceksiniz.'' der. Sultan kabul eder ve zatın isteğinin yerine getirilmesini emir buyurur.

O zatın, eve dönünce gönlünü bir endişe ve üzüntü kaplar. Nefsinin yaptığı bu işten ve işin akıbetinden korkar. Hanımı eve gelen yemekleri görünce efendisine bunun sebebini sorar. Hanımına şu cevabı verir:
- Hanım; Sultana, Hızır Aleyhisselam'ı götüreceğimi söyledim ve kırk gün biz de sultan gibi yiyip içeceğiz. Ama kırk gün sonra başımıza ne gelir, Mevlâm bilir.
- Sen Hızır Aleyhisselam'ı bilir misin?
- Bilmem.
- Ne cesaretle böyle yaptın?
- Allah Kerimdir. Artık nefsime fukaralıktan gına geldi. Nefsim bana, sen de insansın, sultan da insan. Sen Allah’a, Resulullah’a, Hızır Aleyhisselam'ın ruhaniyetine sığın. Ömründe kırk gün de olsun saray yemeği ye'' dedi.
- Kırk gün çabuk geçer. İşin zor ama Allah’tan sana yardım dilerim.

Böylece sultanlar gibi yiyip içtiler. Kırk gün dolunca saraydan iki büyük at gönderilir. Biri Hızır Aleyhisselam'ı getirecek zata diğeri de Hızır Aleyhisselam'a.
Mübarek fakir iki rekât namaz kılar. Allah’a niyaz eder. Sayısız salavatlar getirir. Allah’ın Habibini vesile kılar.
''Onun yüzü suyu hürmetine beni sultanın huzurunda mahçup etme Allahım.'' diye yalvarır.
''La havla vela kuvvete illa billahil aizm'' der ve ata biner.
Onu almaya gelenler, Hızır Aleyhisselam'ın nerede olduğunu sorarlar.
''Bu sultanla benim aramda bir meseledir. Saraya gidelim.'' der ve saraya gelirler.

Sultan, o zatı görünce Hızır Aleyhisselam'ın nerede olduğunu sorar.
Fakir zat konuşmaya başlar:
- Sultanım, ben hayatımda Hızır Aleyhisselam'ı hiç görmedim. Fakirlik canıma tak etmiş, özene bezene bir taam yememiştim. Nefsim bana;
''Sultanlar fakir fukaranın da vekilidir. Sultanın bir vazifesi, ülkesindeki fakirleri beslemektir.'' dedi. Kırk gün senin gibi yaşamak istedim ve böyle bir vaatte bulundum. Umarım ki senin asaletin ve sultanlığının izzeti benim gibi bir fakiri hoş görür. Allah sana Hızır’ı kavuştursun.

Sultan kızar:
- Kırk gün bizi neden oyaladın be adam! Hakkından gelemeyeceğin işi neden vaat edersin? Madem fakirdin, huzuruma gelip bir ihsan isteseydin! Kırk gün bizi aldatmak olur mu?
Baş vezire dönerek sordu:
-Şimdi buna ne ceza verelim?
-Sultanım emir ver, onu parça parça etsinler, her parçasını bir sokak başına diksinler. Böylece kimse sultana yalan söylemeye cesaret edemesin.
O anda, O mübarek zatın yanında masum genç bir delikanlı peyda oldu. Oradaki cemaat, o zatın veya sarayda bulunan birisinin oğlu olduğunu düşündüler. Genç fakir zatın yanına oturdu ve 'Her şey aslına dönecektir. Aslı aslına nesli nesline HÛ'' dedi.
Sultan ikinci vezire sordu:
- Bu adama ne ceza verelim?
- Bunu bir dibeğe koyalım. Döve döve keşek yapalım. Şehrin her bir köşesine parçalarını bırakalım ki herkese ibret olsun.

Yine o delikanlı,
''Her şey aslına dönecektir. Aslı aslına, nesli nesline HÛ'' dedi.
Sultan üçüncü vezire sorunca, o da şöyle dedi.
Baş vezir ve diğer vezir güzel söylediler. Elbette sultanı kandırıp kırk gün oyalamak büyük bir vebaldir. Bana sorarsanız sizin sultanlığınıza yakışan, af ile muameledir. Affetmek Peygamberlerin sıfatıdır. Siz onu affedin ki Allah da sizi affetsin. Size de bu yaraşır.
Yine o delikanlı,
''Her şey aslına dönecektir. Aslı aslına nesli nesline HÛ'' dedi.
Üçünde de o delikanlı aynı sözleri söylemesi sultanı şaşırttı. Fakir zata sordu:
- Bu delikanlı neyin olur?
- Bu delikanlı benim bir şeyim olmaz. Onu ilk defa görüyorum. Herhalde buradaki zevattan birinin oğludur.
Bu sözler üzerine sultan gence sordu:
- Ey delikanlı, sen kimsin? Vezirlerimin üçü de farklı cevaplar vermesine rağmen sen her defasında, ''Her şey aslına dönecektir Aslı aslına nesli nesline HÛ'' dedin. Neden böyle söyledin?
- Bu zat size kimi getirecekti?
- Hızır Aleyhisselam'ı getirecekti.
- Sultanım, baş vezirin bir kasap oğludur. Babası devamlı et parçalayıp böldüğü gibi, baş vezirde halkı kırmaktan başka bir işe yaramaz. İkinci vezirin bir aşçı oğludur. Babası dibek dövdüğü gibi o da halkı dövüp söver. Ama üçüncü vezirin bir vezir oğludur. Asaletli faziletli kâmil bir insanın oğludur.
Ben ise aramakta olduğunuz Hızır’ım. Cenabı Hâk işte şu zatın hürmetine beni sana getirdi. Sana nasihatim şudur ki, baş vezirini saraya kasap başı, ikinci vezirini de saraya aşçıbaşı yap. Üçüncü vezirin haddini, hukukunu bilen kâmil bir insandır. Onu da baş vezir yap.
Hızır’dan maksat nasihattir. Şu fakir zattan da ihsanını kesme. O sabırlı ve kâmil bir zattır.
''Her şey aslına dönecektir Aslı aslına nesli nesline HÛ'' Bu sözleri söyledi ve köşeden kayboldu. Zannettiler ki delikanlı sarayda bir yere saklandı. Arkasından koştularsa da bulamadılar. Hızır Aleyhisselam’dan geriye nasihat kaldı.